Heridan, Berdan Berdan Olan Cennet Bahçesi

sitemiz yazarları

Heridan, Berdan Berdan Olan Cennet Bahçesi

Mesajgönderen admin » Prş Nis 17, 2014 11:41 am

Heredan, Berdan Berdan Olan Cennet Bahçesi
heridan.jpg
Heredan, Berdan Berdan Olan Cennet Bahçesi
heridan.jpg (28.04 KiB) 7873 kere görüntülendi
Heredan, Berdan Berdan Olan Cennet Bahçesi

Mıgırdiç Margosyan, Sami Hazinses ve Bedri Aseli'nin köyü Heredan (Kırkpınar) bir yüzyılda iki büyük felaket gördü.
Yüzyılın başında Ermeniler'in ve Kürtler'in birlikte yaşadıkları bir köydü Heredan. 1915'te önce Ermeniler gitti. Ardından da köyün adı Türkçeleştirildi, Kırkpınar oldu. Yüzyılın son çeyreğinde köyün kaderine terör damgasını vurdu. Heredan ve Heredanlılar, yüzyıl içindeki ikinci büyük felâketle karşılaştılar, köylerini terk ettiler. Yazar Mıgırdiç Margosyan, sinema sanatçısı Sami Hazinses ve ses sanatçısı Bedri Ayseli de bu köyden yetişmişti…
Dünyada Cennet'i tarif etmek mümkün mü? Kutsal kitaplardan öğrendiğimiz kadarıyla evet. Ama Kutsal kitaplardan öğrendiğimiz bir başka gerçek daha var: Cennet insan aklına gelen tüm güzelliklerden farklı olacak. İşte sıcak bir Ağustos günü, yoluna düşüp ziyaret ettiğim Kırkpınar da öyle. Anlatılanların çok ötesinde bir güzelliğe sahip.
Kırkpınar, sonradan verilen bir isim. Köyün adı yöredekilerin deyişi ile Heredan. Diyarbakır'ın, Dicle İlçesi'ne bağlı. Yöredeki ismine sadık kalarak devam edelim yazımıza. Heredan'ı, Anadolu'daki binlerce köyden ayıran, onun yüzlerce yıllık geçmişi. Bir de yaşadığı acılar. Yörede 1915 trajedisini en derinden yaşayan yerleşim birimi Heredan. Kürtler'le, Ermeniler'in birlikte yaşadıkları köyde, 1915'ten sonra Ermeni kalmadı. Ancak köy yine de mutlak bir yıkımdan kurtuldu. Tâ ki 1990'ların ortalarına kadar. Heredan, binlerce köyle aynı yazgıyı yaşadı ve boşaltıldı. Tüm evleri yakıldı, yıkıldı. Şimdi köye dönen aileler evlerini yeniden tamir etmeye başladı. Heredan, aynı zamanda Ermeni yazar Mıgırdiç Margosyan, sinema sanatçısı Sami Hazinses ve ses sanatçısı Bedri Ayseli'nin köyü.
Ne kilise kaldı, ne ermeni
Heredan sularıyla ünlü. Bu su kaynaklarından köye varmadan sizi ilk karşılayacak olan Margosyan Ailesi'ne ait olduğu bilinen tarladaki pınar. Yörenin en meşhur, tadına doyulmayan Meleni suyu bu tarlanın ortasındaki, küçücük kaynaktan çıkıyor. Hemen ardından da bakımsız meyve ağaçlarının arasından yürüyüp köye varacaksınız. Yolun bittiği yerde, yüzünüzü yıkayıp yorgunluk atacağınız bir çeşme var Ermeni Çeşmesi. Köyün dört bir yanı pınarlarla çevrili. İrili ufaklı bu kaynaklar arasında Geyd pınarı ile Dabo Çeşmesi, Meleni pınarı ve Ermeni Çeşmesi köyün su ihtiyacını karşılıyor.
On yıldır boş olan evlerin çoğu yıkılmış. Bir kısmının içinde meyve ağaçları var. Hatta bunların bazısı meyve bile vermeye başladı. Böyle olmasına rağmen Heredanlılar köylerine döndü. Bir kısmı evleri onarıyor, bir kısmı da yıkılmamış duvarların dibine yaptıkları barakalarda, çadırlarda yaşıyor. Köyün şimdilik okulu, suyu, elektriği, telefonu hattâ asfalt yolu yok. Ama bu durumda bile köyde yaşayanların ümitleri kırılmamış. Her şeyin düzeleceğine inanıyor Heredanlı köylüler.
Bir zamanlar Kürtler'in ve Ermeniler'in barış içinde yaşadığı bir yerdi Heredan. Ermeniler demir, altın, gümüş işler, kumaş dokur, bağ ve bahçecilik yapardı. Kürtler ise hayvancılık ve tarımla uğraşırdı. Köylülerin deyişi ile "Kaza gibi bir köydü" o zamanlar Heredan. Hatta Hamit deresinin (Awa Hemê) batısında, dalları göğe uzanan ulu ağaçlar arasında köyün bir de kervansarayı vardı. O yüzden Ermeniler arasında "Ermenistan'da Erivan, Anadolu'da Heredan." Denirdi.
Köy Hıristiyan ve Müslüman olmak üzere iki mahalleden oluşurdu.
Ancak her şey I. Dünya Savaşı'nın çıkması ile değişti. 1915'e gelindiğinde ise köydeki Ermeniler'in üzerinde kara bulutlar dolaşmaya başladı. Önce sürgünün adı geldi. Sonra şehirlerde, kasabalarda Ermeni gençlerinin tutuklandığı haberi. Hemen ardından da Ermeniler'in katar katar bir bilinmeze doğru yola çıkarıldığı haberini duydu Heredanlılar. Köydeki Ermeniler ise dostluklarına güveniyor, başlarına herhangi bir kötülüğün gelmeyeceğine inanıyordu. Ama olmadı, o meş'um akıbet, kara bahtlı Heredan Ermenileri'ni de buldu.
1915 kışının soğuk bir sabahında Müslüman mahallesindeki Kürtler, Diyarbakır - Dicle'den gönderilen askerlerle birlikte Ermeni mahallesini bastı. O günleri gören köylülerin anlattıklarına göre Heredanlı Ermeniler'e sürgün edilecekleri duyuruldu. Yeni bir yaşam için yükte hafif, pahada ağır neleri varsa, onlarla sürgün yoluna revan oldu Ermeniler. Ancak Heredanlı Ermeniler çok uzağa kadar gidemedi. Köyün mezrası olan Kayaş'a (eski adı Tonekrag) yakın ayazmada, Ziyar Deresi'nde mola veren Ermeniler'i bir daha gören olmadı. Yüzlerce kadın, çocuk, yaşlı sırra kadem basmıştı. Ama köylülere göre Ermeniler katledilmişti. Bu katliamı gerçekleştiren de o zaman ki köyün muhtarı Mehmedê Hes idi. Ermeniler'den geriye üç güzel kız kalmıştı Sarig, Meryem, Kuring. Bir de dağlara kaçıp saklandığı anlatılan birkaç kişi vardı. Ses sanatçısı Bedri Ayseli'nin halası Sarig, Heredan muhtarı Mehmedê Hes ile evlendi. Meryem ve Kuring de köyün diğer ileri gelenleri ile nikah kıydı. Ancak köylülerin bu isimler içerisinde unutamadığı isim Sarig idi: "Sarig görenin ilk bakışta aşık olacağı bir kadındı. Hamarattı, tatlı dilli ve iyi huyluydu." Bu yüzden de Müslüman olup canını kurtaran Sarig'e herkes saygı duyuyordu.
Sarkis'i iki yıl sakladı
O günlerin tanığı Derviş Miho, tüm ailelerini, hatıralarını kaybeden bu kadınlara zaman zaman Dabani Çeşmesi'nin başında rastlıyordu: "Bir gece yarısı Sarig, Meryem ve Kuring'i, Awa Dabanî'nin (Dabani Suyu) başında ağlaşırken gördüm. Üç güzel Ermeni kadını, benim anlamadığım dilleriyle fısıldayarak konuşuyorlardı. Sessiz sessiz ağlaşmaları beni kahretti. O kadar ki neredeyse her tarafıma kızgın şişler batırılıyordu."
Ermeni yazar Mıgırdiç Margosyan, ses sanatçısı Bedri Ayseli ve sinema sanatçısı Sami Hazinses'in de köyü olan Heredan'da acı anılar dışında Ermeniler'e ait hiçbir iz bırakılmadı. Köydeki kilise yıkıldı, yeri tarla oldu. Ermeniler'e ait konak gibi evler, birbirinden güzel tarlalar da neredeyse kapanın elinde kaldı. Her nasılsa canlarını kurtarıp Diyarbakır'da yaşamlarına devam eden Mıgırdiç Margosyan'ın annesi "Hıno"nun yaktığı Kürtçe ağıtta dediği gibi Heredan'da yaşam "berdan, berdan" yani parça, parça olmuştu: "Heredan, Heredan, Heredan, baba ocağı, ana kucağı... Tüm bir kuşak, çoluk çocuk, senden koptu, koparıldı, parça parça, berdan berdan. Ama seni hiç unutmadı, unutamadı. Dudaklarda öpücük, gülücüklerde hüzün, kalplerde özlem oldun. Mezarlar üstünde dikilen taşlarda nakış oldun, süs oldun."
"Heredan, Heredan, Heredan, baba ocağı, ana kucağı... Tüm bir kuşak, çoluk çocuk, senden koptu, koparıldı, parça parça, berdan berdan. Ama seni hiç unutmadı, unutamadı. Dudaklarda öpücük, gülücüklerde hüzün, kalplerde özlem oldun. Mezarlar üstünde dikilen taşlarda nakış oldun, süs oldun."
Derviş Miho, sadece olayların tanığı olarak kalmayacak, aynı zamanda bir başka olayın baş kahramanı olacaktı. Heredan'ın çok yakınındaki, şimdi Kayaş denilen Tonekrag mezrasında yaşıyordu. Mezranın sayılan, sevilen ismi Pized Ağa'nın torunuydu. Derviş Miho'nun, Kürtler'den olduğu kadar, Ermeniler'den de pek çok arkadaşı vardı. Bunlar içerisinden özellikle Sarkis'i çok seviyordu. O yüzden Sarkis, Derviş Miho'nun kirveliğini yapmıştı. İşte bu arkadaşını tam iki yıl boyunca sakladı Derviş Miho: "Ahırın dibine bir sığınak kazdım. Üzerini dallarla, dalların üstünü de tezekle örttüm. Ev ahalisinden bile gizliyordum arkadaşımı. Her öğün yemek götürüyordum. Bir gün küçük oğlum Ali, Sarkis'i gördü. 'Aman, sakın kimseye söyleme, yoksa bizi de öldürürler' dedim. Ali de sırrımın ortağı oldu ama kimseye de bir şey söylemedi."
Tam iki yıl boyunca Sarkis, Derviş Miho'nun ahırında saklandı. Ancak artık Sarkis'in dayanacak hali kalmamıştı. Güneşi görmek, sığınağından çıkıp dolaşmak istiyordu. Bu isteğini de Derviş Miho'ya açtı. Miho tedirgindi. İlk günlerin sürek avı bitmişti ama kimin ne yapacağı da belli değildi. Dolunaylı bir gecede Derviş Miho, arkadaşı Sarkis'i sığınağından çıkardı.
İki arkadaş köyün yakınındaki bir tepede oturup dolunayı seyretti. Sarkis artık saklanmak istemiyordu. Köyde ortaya çıkarsa ihtimal ki öldürülecekti. Bir tek seçeneği kalmıştı. O da gitmek. Sarkis, Derviş Miho ile gözyaşları arasında vedalaştı ve uçup gitti. Bir daha onu ne gören oldu, ne de Derviş Miho'ya bir haber geldi.
Derviş Miho, adeta köyün vicdanı olmuş, elinden geleni yapmıştı. Ancak yüzlerce isimden kurtarabildiği bir tek arkadaşı Sarkis'ti. Bir müddet sonra da Ermeniler'den kalan araziler ve evler köylüler arasında bölüştürüldü. O zaman da karşı çıkan sadece Miho idi: "Bu zulüm arazisidir, nasıl eker biçeriz? Günah değil mi, ayıp değil mi? Bırakın boş kalsın, ibret-i alem olsun. Ne ben, ne de ailemden hiç kimse, hiçbir zaman katledilen komşularımızın arazisini ekeceğiz." Ailesi de destek oldu bu kararında Derviş Miho'ya. O yüzden bugün bile yolunuz Heredan'a düşse, çevresi bağ bahçelerle çevrili bir arazinin boş olduğunu göreceksiniz. 30 dönümlük arazi, Derviş Miho'nun anısına halâ boş tutulmakta.
1915'te yaşananlar artık çok geride kaldı. Belki o günlerde çocuk olan birkaç kişi dışında olayları hatırlayan bile yok. Heredan ve Tonekraglılar da, kısa sürede Ermeniler'in olmadığı bir yaşama kolayca alıştı. Köylüler uzun yıllar hayvancılıkla uğraştı. Gerçi köyün çevresinde bağ bahçe vardı ama bunlar ancak köyün ihtiyacını karşılıyordu. Heredanlılar'ın bir kısmı ise Etibank'a işçi oldu. Elazığ'ın Arıcak ilçesindeki Etibank Maden Ocakları ile Muğla'nın Milas ilçesindeki Etibank tesislerinde çalışmaya başladılar.
Gençler dağa çıktı
Türkiye çok partili hayata geçtikten sonra Heredan ve Tonekrag, Demokrat Parti'yi destekledi. 27 Mayıs İhtilâli'nin ardından tercihleri ise Adalet Partisi oldu. Ancak 1970'li yılların başlarından itibaren köyde bir şeyler değişmeye başladı. Lise ve üniversite öğrenimi için büyük şehirlere giden gençler, köye "solcu" olarak dönüyordu. Daha da önemlisi, solculuk bir müddet sonra yerini Kürt milliyetçiliğine bıraktı. Köy 12 Eylül öncesinde, bölgede yeni yeni palazlanan PKK ile Rızgariciler arasında kalmıştı.
İşte bu yüzden 12 Eylül darbesinin ardından köy sık sık baskına uğradı. Köylüler topluca gözaltına alındı, ellerindeki silahları teslim etmeleri istendi. Gençler ise köyün çevresindeki dağlara çıkmışlardı. Tonekrag ilk çatışmayla, PKK'nın 1984'te başlattığı silahlı mücadeleden iki yıl sonra tanıştı. 1986'da sekiz PKK'lı, Tonekrag'ın çevresindeki dağlara yerleşti. Çıkan çatışmada askerler, sekiz PKK'lıyı da öldürdü.
Aslında bu çatışma bölgede yayılan ateşin Tonekrag'a düşen ilk kıvılcımıydı. 11 Ekim 1993'te köyün boşaltılmasıyla sonuçlanacak olaylar zincirini de bu çatışma başlattı. Artık Heredan ve Tonekrag isimlerinin kullanılması kesinlikle yasaktı. Köyün adı zaten Kırkpınar'dı, mezranınki ise Kayaş. Çatışmalar yayılıp uzadıkça köyün üzerindeki baskı da şiddetleniyordu. Bir müddet sonra köye koruculuk sistemine geçilmesi teklif edildi. Ama hiç kimse korucu olmayı kabul etmedi. Koruculuğu reddedenlerden birisi de Musa Cengiz adında bir köylüydü. Cengiz, bir müddet sonra gözaltına alındı. Evine döndüğünde ayakta duracak hali yoktu. Altı ay sonra da hayatını kaybetti. Köy böylece ilk kaybını vermişti.
Tonekraglılar'ı sarsan en acı olay ise 1992'de yaşandı. Derviş Miho'nun torunu Derviş Karakoç, mezradan ailesiyle birlikte Palu'un Çevircik köyüne doğru yola çıktı. Hem sürüsünü otlatıyor, hem de ailesiyle güzel bir gün geçiriyordu. Ancak Karakoç'un da, ailesinin de bilmediği bir şey vardı O gün Çevircik köyünün çevresinde operasyon başlamıştı. Çevircik köyüne yaklaştıkları sırada Karakoç ve ailesi operasyona giden askerlerle karşılaştı. Önce sürü yaylım ateşine tutuldu, ardından da küçük kafile… Karakoç, arkadaşı Kurşunlu köyü muhtarı Zülfü Akkum'un oğlu Mehmet Akkum ve sürünün çobanı 70 yaşındaki Mehmet Aktan burada hayatını kaybetti.
Sonrası ise aileler için tam bir trajedi oldu. Olay ajanslara "Diyarbakır kırsalında meydana gelen çatışmada üç terörist ölü olarak ele geçirildi" sözleriyle düştü. Cesetlerin ailelere teslimine ise binbir zorluk çıkarıldı. Günler sonra Karakoç ve Aktan'ın cenazeleri Tonekrag'a getirildi. Akkum'un ki ise kimsesizler mezarlığında toprağa verildi. Uzun uğraşlar sonucunda baba Zülfü Akkum, mezarın açılarak, cenazenin naklini sağlayabildi.
Aileler olayın hemen ardından mahkemeye başvurdu. Ancak bir sonuç alamadılar. Bunun üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne müracaat ettiler. Sonuç olumluydu. Ama dava tam 10 yıl sürdü. Türkiye önce öldürülenlerin terörist olduğunu savundu. Ardından da olaya adı karışan askerler hakkında dava açıldığını bildirdi. Ancak ne açılan dava vardı, ne de mahkum olan bir kişi. Bunun üzerine, sonuçlanan davada Türkiye'nin, Karakoç, Aktan ve Akkum ailelerine tazminat ödemesi kararı çıktı.
Aslında bu ölüm olayları Tonekrag ve Heredan için sonun başlangıcıydı. Bölgede yayılan çatışmalar yüzünden tedirgin olan pek çok aile zaten köyü terk etmiş, Diyarbakır, Adana, Elazığ gibi şehirlere göç etmişti. Geride kalanların ise gidecek yeri, şehirde yapacak işi yoktu. Ancak önce 9 Ekim 1993'te, başlayan hava saldırısı, ardından da 11 Ekim günü yapılan boşaltma çağrısı bu kez cevapsız kalmayacaktı. Heredan ve Tonekrag, çevresindeki Kurşunlu, Yokuşlu gibi pek çok köyle birlikte boşaltıldı. Pek çok aile için aslında bu gidişin geriye dönüşü olmayacaktı.
Bir yüzyılda iki büyük trajedi yaşayan köy, şimdi varolmak için çırpınıyor. Silahlı çatışmaların durmasından ümitlenen köylüler birer ikişer köylerine dönüyor. Köylüler bir taraftan yollarının, okullarının yapılmasını beklerken, umutlarını da ayakta tutmağa çalışıyor…

Kaynak:Yazar: Zülfük Kışanak
Yayın: Chronicle Dergisi
Tarih: 01.01.2005
Wêngu Rêngî Hêrîdonî
Kullanıcı avatarı
admin
Mesaj Panosu Yöneticisi
 
Mesajlar: 211
Kayıt: Çrş Oca 28, 2009 11:30 pm
Konum: yönetici

Dön yazarlar bölümü

Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir

cron