'Hocam nasıl olmuş?'... Ve Rozerin’i de öldürdüler...Henüz 17’sinde güler yüzlü bir çocuktu Rozerin. O da yaşıtları gibi katledildiği yaşta kaldı ve büyüyemedi. Bir sözüm vardı ve Rozerin’in henüz bilmediği bir söz. Geçen yıl açtığım fotoğraf kursuna gelmiş lise öğrencisiydi. Pırıl pırıl güler yüzlü bir çocuktu. Fotoğrafa ilgisi tutku boyutundaydı. Doğayı, çocukları çok severdi Rozerin. Amed’in sokaklarında gezip fotoğraf çekmeyi severdi. Hafta sonları çıkardık hep birlikte. Sürekli arkada kalırdı, gördüğü kareyi yakalamak için beklerdi ve biz yürürken, uzaklaştığımızı görünce koşa koşa gelir ve çektiği kareyi gösterip “Hocam nasıl olmuş?” diye sorardı. Çektiği fotoğraflar ve vizörden gördüğü hayat çok derin gelirdi bana. Bu derinlik Rozerin’in hayata bakışındaki derinliği hissettirirdi bana. “Rozerin ileride sanırım sen benden daha iyi çekeceksin.” “Yok hocam sizin gibi çekemem ben, nasıl sizin gibi çekeyim?” diye sorardı ve mütevazi yüreğindeki şaşkınlık gözlerine, bakışlarına vururdu. “Rozerin ben çekerken içimdekilerle çekiyorum, derinlerde birikenlerle çekiyorum. Senin çektiğin fotoğraflarda o derinliği hissediyorum. Ondan diyorum benden daha iyi çekeceksin biliyorum.” Utanırdı Rozerin ve her zamanki kızarıklık belirirdi yüzünde...
Elinde eski bir fotoğraf makinesi vardı Rozerin’in. Onunla çekerdi. Ona rağmen çektiği fotoğraflardaki kompozisyon etkilerdi hep. Hele ki ondaki o yoğun istek ve fotoğraf çekme isteğini görünce karar verdim. Rozerin’e kurstan elde edeceğim gelir ile bir fotoğraf makinesi alacaktım. Söylemedim ona. Çünkü biliyorum kesinlikle reddedecekti. Olmadı... Çalışmadığım bir dönemdi ve kurstan bir gelir elde edemeyince içimde kaldı ve erteledim... Bir gün evine davet etti bizi. Gittik. Ailesi ile tanıştık. Ailesini tanıyınca böyle mütevazi ve temiz bir çocuğun nasıl yetiştirildiğini anladım. Rozerind’e gördüğüm tüm güzellikleri ailesinde de gördüm. Annesini unutamıyorum. “Rozerin fotoğraf çekmeyi çok seviyor, kızım size emanet hocam” diyordu. Bu sözler kulağımda çınlıyor hala...
Ve Rozerin de gitti. Öldürdüler Rozerin’i. Henüz 17’sinde. Birçok yaşıtları gibi Rozerin de büyüyemedi. Vurulduğu gün Sur’daydım. Ne zamandır gitmemiştim, gelişmeleri takip etmek için gittim. Ulu Cami tarafında o kadar yoğun ve ürkütücü patlama ve silah sesleri geliyordu ki her seste üstümüze geliyordu diye tedirgin oluyorduk. Sonra gazeteye dönüp gördüklerimi ve yaşadıklarımı yazmak için oturdum bilgisayar başına. Yazıp bitirdikten sonra öğrendim. Kurstaki öğrencilerimden birinden gelen mesaj “Vurulan Rozerin bizim Rozerin mi?” Mesajdan hemen sonra baktım, evet vurulan Rozerin bizim Rozerin... Rozerinimiz başından tek kurşunla vurulmuş. Yere düşen bizim Rozerinimizin cansız bedeni... Rozerinimizin cansız bedenedi hala yerde. Rozerinimiz vuruldu. Rozerinimiz bir daha gülemeyecek. Büyüyemeyecek, fotoğraf çekemeyecek, “anne” diyemeyecek, yani Rozerinimizi bir daha göremeyeceğiz... Rozerinimiz bizi seyre dalacak masmavi gökyüzünde, bulutların üzerinde...
Ah be küçüğüm ah be Rozerinim o tedirgin olduğumuz kurşunlar mı minnacık yüreğini deşti? O kurşunlar mıydı seni bizden alıp götürdü? O kurşunlar mıydı henüz 17 yaşında, ömrünün baharında buldu seni? Ah be Rozerin, ah be canım hangi lanet olası kelimeler ifade edebilir şimdi o güzel gülüşünü... Hangi söz yeter gözlerindeki yaşam tutkusunu... Hangi söz masumiyetini anlatmaya yeter...
Rozerin öğrencimdi, Rozerin kardeşimdi, Rozerin Amed’in gülen bir yüzüydü, bu kentin bir parçasıydı. Rozerin Amed’in masum yüzüydü. Rozerin bir çocuktu henüz....
Daha kaç küçük Rozerin’i yitireceğiz büyüklerin bu kör savaşında...
SertacKayar
*Gazeteci/Diyarbakır